Günümüzde
yağmur ormanının içinde olan bu baraj, 1980’ler de yapılmış. Baraj yapılmadan
önce avcı toplayıcı gibi yaşayan yerliler yaşıyormuş bu bölgede. Baraj
yapılınca yerel halk taşınmak zorunda kalmış ve yüzlerce asırlık binlerce ağaç su
altında kalmış. Şimdilerde yerel halkın erkekleri ya tur rehberliği, ya da
baraj gölüne düzenlenen turlarda teknecilik yapıyorlar. Göldeki balıklardan elde edilen gelir de ayrı bir iş kapısı.
8 nisan
sabahı erkenden Mr. Toy’un arabası ile 65 km süren dev ağaçlı, asfalt yollar
arasından baraj gölüne gittik. Bu barajda günü birlik, 1 gece ve 2 gece
konaklamalı turlar var. Biz baraj gölünün en kuzeyinde, 'wild life sanctuary' diye adlandırılan bölgeye gidiyorduk. Baraj gölünün daha kolay ulaşılan kısımlarındaki konaklama bölgeleri de çok nefis gözüküyordu. Bu kısım küçük küçük adalardan oluşuyor gördüğümüz kadarı ile. Similan
adalarının resimlerinde görünen kireç taşından dev karstik oluşumlar burada da var. Bu bölgede
şelaleler ve mağaralar var biz görememiş
olsak da. Göl evlerinde konaklanıyor ve dip dibe, yan yana oldukça kalabalık
görünüyor. Bu kısımda konaklamak isterseniz de Mr Toy (her Tay’ın bir takma
ismi var), genel turlara göre daha alternatif, sessiz sakin bir şeyler
ayarlıyor. Ama adamın asıl olayı, vahşi yaşam koruma alanı turları ve oraya giden
nadir tur rehberlerinden. Mr. Toy da baraj gölü yapılmadan önce ormanda yaşayan
kabilelerdenmiş. Baraj gölü yapılınca, ailesi Khao Sak’a taşınmış. O bir süre
Phuket’de çalışmış sonra orası inanılmaz dolunca, kendi mekanımda rehberlik
yaparım diye düşünüp, geri gelmiş buralara. Eski günlerden bahsederken, orada yaşadığı çocukluk günlerine hasretle geri dönüyor.
Mr. TOY
Baraj
gölünün en kuzeyine uzun bot (long boat - Tayland'ın meşhur balıkçı tekneleri) ile gitmemiz yaklaşık 2 saat sürdü ve sadece üçümüzdük.
Hava sabahın körü olmasına rağmen anormal sıcaktı. Bot ile giderken rüzgar sayesinde pek
hissedilmese de, bot durduğu anda fena haşlanıyorsun. Sonunda akşam
konaklayacağımız yere vardığımızda nefis bir manzara bekliyordu bizi. Su
üstünde, küçük, en fazla 8-10 kişinin konaklayabileceği barakalar, tahta ve bambu
platformlar üstüne yapılmış. Her rüzgarda hareket eden yüzen evcikler bunlar. Bambu
odalara eşyalarımızı bırakıp, yüzlerce kelebek fotoğrafı çektikten sonra öğle
yemeği menüsünde bir klasik olan, yumurtalı domuzlu pilav yemek zorunda kalıp,
gidip gölge bir yerde kestirdik biraz.
Biz
kestirirken ağaç kırılma sesleri duyduk, etrafımızda vahşi fillerin olduğunu
biliyorduk, epey bir süre Emre ile gördüğümüz her gölgenin fil olduğuna emin
olup, yanıldıktan sonra, Mr. Toy bizi bot ile gezmeye çıkardı.
İlk önce fil
seslerinin geldiği kıyıya yanaştı ve seslenmeye başladı ‘Maleey Maleey’ (çabuk
gel demekmiş), ses yok, ‘Maleey Maleeey, ııggh, oohh’ (bu ıkınma efektlerini
günlük konuşmada da çok kullanıyorlar). Sonra kıyıya bir şey fırlattı, ve minik
(5-6) yaşlarında bir fil gülümseye gülümseye kıyıya geldi. Mr. Toy’un atmış olduğu ananası yedikten sonra su içti, biz de kendimizden geçtik.
150 tane falan resim ve video çektim herhalde. Sonra arkadaki bambu ağaçlarını
hapur hapur yemeğe başladı, biz de bot ile safariye çıktık.
Hava bir anda bulutlanınca renkler ve mekan çok
değişiyor. Güneş çıkınca bambaşka bir yer oluyor sanki. Bir yandan deli gibi
orman, bir yandan yer yer bataklık, yer yer çimlik gibi hepsinin hissi ve keyfi
bambaşka. Dağlık kısımlar göz alabildiğince orman, ve baraj su tutmaya başladıktan sonra yüksek tepeler ada olarak kalmışlar. Su altında kalmış
ağaçların hissi de çok garip. Kurumuş ağaçlar (sert odunlu oldukları için tamamen çürümemişler), üstüne tohumları uçarak gelmiş
muhteşem orkideler..
Bot ile
baraj gölünün kollarında kıyı kıyı gezerken su bufalosu gördük uzaktan, bir sürü maymun cinsi gördük,
göremediklerimizin de sesini duyduk. Çok büyük kuş tüyleri ve kuş sesleri
dinledik. Monitörler, yaklaşık 2 m boyunda çeşitli yılan izleri gördük. Sonra
bataklık gibi olan bir kıyaya çıktık, her yer çok yoğun hayvan kokuyordu.
Sessizce domuz ve geyik izlerini takip ettik, seslerini duysak da
kendilerini göremedik. Yazık, Mr. Toy’da üzüldü, sanki biz tura göreceğimiz
hayvan sayısına göre para vermişiz gibi; orada olmak harikaydı ve başka bir şeye
ihtiyacımız yoktu, etrafımızdaki canlı çeşitliliğini her hücremizde
hissediyorduk zaten.
Yukarıdaki fotoğraf hileli maalesef, daha önceden çekilmiş fotoğrafın fotoğrafını çektik, ki bu güzel hayvanları size paylaşabilelim.
Hava kararırken harika renkler içinde ana kamp
mekanımıza döndük, baraj gölünde yanımızda zıplayan kocamaan balıklar ile
yüzdük. Bu sırada bizim yavru obur fil,
tüm bambu ağaçlarını yiye yiye kaldığımız platformun dibine gelmişti. Ben onu
izlemek için yere oturunca yanımıza gelmeye çalıştı. İnsan doğası çok
hastalıklı: bu yavru fil, her ne kadar orman fili ve özgür olsa da, Mr. Toy ve
mutfakta çalışanlar, bizim gibi turistlerin hayvan görmeden turdan dönmesini
istemedikleri için, ananas gibi meyveler atıyorlar, fil de tabi yanaşıyor,
yaşasın yemek diye. Ben yere oturup yanıma gelmek isteyince de, ellerinde
mızrak gibi bir şey ile uzaklaştırmaya çalışıyorlar, ki kulübelere zarar vermesin. Yazık, hayvan hiç
anlayamıyordur. Bir ara o kadar yaklaştı ki, ben de kendimi tutamayıp gidip
mıncıklamak istedim. Zaten hayvanların kabusu Elmayra denen karakter gibiyim.
Hiç bir korkum yok, gerçekten gidip hortumundan çekiştire çekiştire öpesim
geliyor. Mr. Toy sakın yaklaşma dedi. Neyse, ben de uzaktan izlemeye
devam etmek zorunda kaldım.
Akşam yemeği
saatinde, arkamızda obur fil hala bambu
yiyordu ve etrafta çok eğlenerek bağrışan maymunlar (gibbon cinsi) vardı. Yemekte kedi balığı,
yanında omlet, yanında pilav ve domuzlu salatalık ve yeşil köri çorbası vardı.
Vallahi çok rezalet bence. Zaten normal hayatımda pek yumurta tüketmeyen bir insan olarak yumurtadan bıkmış haldeyim, balık ve
yumurta kombinasyonuna da ayrıca sinir oluyorum. Koskoca göldeyiz, her yer koca balıklar ile dolu. Balıklar o kadar büyük ki, bir balıkla 8 kişi rahat doyar. Yanına da normal
hayvansal ürünsüz salata yersin, mis işte. Ya da kaşarlı tost buralar için lüks bir
istek olsa bile, ona da varım. Ama domuz, balık ve yumurta nedir yahu? Derken, midem de hiç hoşlanmadı ve yemek çok rahatsız etti.
Safari
sonrası mekana döndüğümüzde, jenaratör zırıltısı ve florasan ışıkların
durmasını beklerken Emre uyuya kaldı. Zaten kafasını yastığa koyarken bayılıyor
hemen. Tüm bu ışık ve ses kirliliği bitince, evimizin önündeki tahta platforma
gittim. Arkamda bir yerlerde, o minik obur fil hala ağaç yiyordu. Çatıda
gekolar ve fareler.. Ormanda kahkaha atan maymun ve kocaman olduğu kesin olan
değişik kuş sesleri ile ay ve kıpırtısız göl inanılmazdı. Hayatımda hiç
unutamayacağım görüntü ve his yoğunlukları içinde durdum durabildiğim kadar. Şimdiye
kadar tanıdığım, bugün bulunduğum yerde olmamı sağlayan tüm aileme, sermayelerini yiyerek şu anki kafa haline gelmemi sağlayan tüm eski
arkadaşlarıma ve dostlarıma şükrettim. Çok değişik, unuttuğum bir sürü görüntü
geldi gözümün önüne. O kadar nefis bir andı ki, fonda
hisli ama pozitif bir müzik ile kamera yavaş yavaş uzaklaşarak beni yukarıdan
çekerek bitseydi film o gece, harika olurdu. Sonu da seyirciye kalırdı ama öyle
olmadı tabi ve hiç uyumak istemesem de sürünerek odaya gidip, bayıldım.
Ertesi gün Mr. Toy ile beraber ormanda
dere içinden yürüdük bir kaç saat. Ara ara yağmur ormanına gire çıka. Bitki
çeşitliliği gerçekten anlatamayacağım kadar değişik. Bizim Emre ile
ayaklarımızda havalı trecking ayakkabalırımız olsa da, kaya kaya, düşe kalka
zor ilerledik. Oysa yanımızda Mr Toy, ayağında Converse ayakkabılar, bir elinde tüfek, içi
yemek ve gerekebilecek malzemeler ile dolu koca bir çanta ile keçi gibi
tökezlemeden yürüyordu. Bacaklarımıza sık sık tütün dolu su döktü, sülükler
sevmiyormuş nikotini hiç. Ona rağmen bir ara bir baktım bacaklarım kan ve sülük içinde. Bu yürüyüşte de yine
kendilerini göremesek de, çok fazla hayvanın ayak izini gördük, yavru olmayan fil
bağırışları ve maymun sesleri dinledik. Dönüş yoluda acayip yağmur yağmaya
başladı. Hava kararmaya yakın, hiç istemesek de dönüş zamanı gelmişti. Bu yağmur
ormanının en güzel yanlarından biri, neredeyse dört aylık Tayland yolumuzda sivrisineksiz geçirdiğimiz ilk 1-2 günü yaşamış olmamızdı. Dönerken Mr. Toy kocaman bir balık yakaladı. İnanılmaz bir gün batışı
manzarasıyla, yine iki saatte geri döndük.
Mr. Toy balık
yakalayınca çok keyiflenmişti, eskiden beraber yaşadığı köylülerden birinin
evine gitmek ister misiniz dedi, biz de ne güzel olur dedik. Çünkü Tay’lar her
zaman Farang’lara karşı çok kibar ve güler yüzlü olsalar da, pek sevmiyorlar bu
bozulmuş ırkı. Ve aralarına da çok kolay almıyorlar. Neyse, köye gittiğimizde
yaklaşık 20 kişi beraber yaşayan bir ailenin yanına gittik. 10'dan fazla
çocuk, babaaanne, delikanlılar, kadınlar ve erkekler.. Yine uzaylı gibi
hissettik kendimizi. Hemen çevremizi sardılar. Ellerinde ne varsa ikram
ettiler; tabi ki domuz, kızarmış ördek derisi falan bu ikramlar. Yaşlı kadınlardan biri ile acı biber ayıkladık biz. Erkekler bir yerde, kadınlar bir yerde oturuyor. Ben her zamanki gibi erkeklere daha yakın bir yerde, ikisinin arasında oturuyordum.
Erkeklere hayat kolay her yerdeki gibi. Sigara, içki, 'karı-kız' her şey serbest
onlara. Her yerdeki gibi her işi kadınlar yapıyor. Kadınların içki ve sigara
içmesi de hiç hoş karşılanmıyor. Ama her yerde olduğu gibi kadınlar kendilerine kaçış malzemeleri ve anları yaratıyorlar. Mesela bu köydeki kadınlar Betel Nut diye bir yemiş çiğniyorlar. (http://en.wikipedia.org/wiki/Betel#Chewing) Bu keyif verici bitki, aynı koko yaprağı çiğnenmesi gibi dişleri eritiyor. Köyde bizimle çok eğlendiler, ayaküstü Emre ile bana
masaj bile yaptılar. Masaj yapmayı bilmeyen yok sanırım Tayland’da. Özellikle
kadınlar, erkekleri başka kadınlara gitmesin diye annelerinden öğreniyormuş
masajı. Aralarında babaanne olanın 12 çocuğu varmış. Sanki bizim köylerden
birinin evine konuk olmuşuz gibi hissettik. Dil sorunu yaşasak da, birbirimizi
gayet iyi anlıyorduk.
Türk olmak ne güzel diye düşündük. Ne Batı’ya ne Doğu’ya
aitiz, ikisini de anlayabileceğimiz bir koridorda yaşıyor olmak, çok kafa
açıcı gerçekten..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder