Koh
Phangan’dan ayrılmak için gece botunu tercih ettik ve Suratthani'ye gittik. Oradan da otobüs ile Khao Sok’a.
Gece botu çok acayipti. Uzun bir koridor düşünün, sağlı sollu çift kişilik yan yana yataklar var. Sol tarafta Farang’lar, sağ tarafta Taylar. Eskiden
olsa hayatta uyuyamayacağım bir yatakta, yanımda yatan Alman adamın ayaklarını,
elini, kolunu yatağıma yaklaştırmasına kıllansam da, Emre’ye iyice yapışıp mis
gibi uyudum.
Khao Sok’a gelmemizin iki nedeni vardı. İlki, buralarda çalışabileceğimiz çok keyifli bir çiftlik olduğunu öğrenmiştik. Artık acilen bir
yerlerde çalışmamız gerekiyordu parasal açıdan. Emre de huysuzlanıyordu çalışmak
istiyorum diye. Ama çiftliğin adresini bilmiyorduk ve maillerimize yine cevap gelmemişti. Cevap beklerken, Başak
ve Zeynep’in tavsiyesi üzerine yağmur ormanı görmüş olalım dedik biz de.
Buradaki yağmur ormanı Amazonlar’dan bile
eskiymiş. Dünya son buzul çağına girdiğinde, buzullar Tayland’ın kuzeyinden aşağıya inenememiş, dolayısıyla biyoçeşitlilik korunmuş. Sonra buzullar eriyince akan sular ile orman daha da bir coşmuş. O
yüzden çok heyecanlıydı buralarda olmak.
Başak’ın tavsiyesi üzerine buralarda 15 yıldır
rehberlik yapan, Mr. Toy’u bulduk. Sonra da sık sık Başak’ın kulaklarını
çınlattık. Başka bir rehber bulmuş olsaydık çok sıkıcı olurdu çünkü. Mr. Toy’un
bungalovlarından birine yerleştik. Asıl tur ve keyif, Ratchaprapha barajının
etrafındaki orman gibi görünüyordu ve Khao Sok’a 65 km uzaktaydı burası.
Rehbersiz gidilemiyor ve konaklama ücretleri de bütçemizi oldukça
aşıyordu. O yüzden, Ratchaprapha’ya gitmemiz mümkün değildi. Biz de Khao Sok milli parkına girip kendimiz gezeriz dedik.
Ertesi sabah milli parka gittik ve gidiş dönüş
yaklaşık 10 km yürüdük. Gerçi bizim yürüdüğümüz rota en klasik ve turistik
olanıydı ama yine de kendimizden geçtik. İnanılmazdı; bambular, adlarını
bilemeyeceğim ağaçlar, ağaç parazitleri, mantarlar, çiçekler.. Bitki ve canlı
çeşitliliği çok fena kopmuş.
Adım başı durup, varolan her şeyi görmeye
çalıştığımız için çok zaman aldı yürümek. Yüzlerce kelebek gördük, yağmurlu dönem
öncesi coşuyorlarmış. Kertenkele ve geko çeşitliliği de inanılmazdı. Sonra
maymun gördük bir sürü, çok komikler. Daha önce duymadığımız çok fazla değişik kuş sesi dinledik (Bknz. Duyduklarım); koca koca yapraklar arasında kendilerini
göremesek de. İnsanın yaratıcılığını artırıyor kuş
sesleri, ya da ne kadar film ve animasyon izlemişseniz, bilinç altından onları ortaya
çıkartıyor. Sürekli karakterler canlanıyor insanın kafasında. Çok inanılmazlar. Ayrıca cırcır böcekleri çeşitliliği de
çok garip. Bazıları o kadar tiz ki, neredeyse konuşurken birbirimizi
duyamadığımız anlar oluyor. Ciddiyetli elektronik müzik. (Bknz. Duyduklarım) Tüm bu
sesleri taklit etmeye çalışmak da oldukça kulak geliştiriyor. Konservatuar giriş
sınavlarında bize 7-8 ses sorarlardı, kuş sesi sorsunlar bundan böyle, daha iyi olur diye düşündük.
Emre bir sürü ses kaydı yaptı. Şu bloga resim gibi direk ses kayıdı ekleme seçeneği olsa keşke. Neyse, belki soundcloud üstünden öyle bir şey yaparız, siz de duymuş olursunuz kuş ve kafayı yemiş cırcır ailelerini. Bir de büyük baba geko sesleri var ki, her duyduğumda çok fazla gülüyorum ben bu kocaman gekolara. (Bknz. Duyduklarım) Ama üstteki resimdeki karakter Geko değil, çok havalı bir yağmur ormanı çocuğu.
Diğer yandan hava o kadar nemli ki, böyle bir şey
hayatımda görmedim. Ben öyle çok terleyen bir insan değilimdir. Her
gözeneğimdem su fışkırıyordu sanki, hep buharlaşma kıvamında, sırılsıklamdık.
Yağmur ormanına bile çöp atan hıyarlar var tabi ki bu dünyada. Dere ve şelale
kenarları plastik şişe, sigara izmariti dolu. Ve genelde yabancılardan çok,
bizim ülkemizdeki gibi yerel halk yapıyor bunu. Milli parkın dibinde baz
istasyonu, bildiğiniz gibi. O yüzden aklınız uçsa da çeşitliliğe, el değmemiş
bir ormana girmişsiniz hissi hiç yok. Radyoaktif varlıklar olarak aynen devam..
Orman
yer yer oldukça ürkütücü zaten karanlık olmasından ötürü. Bir de Tayland’da
yaşayan 150’den fazla zehirli yılan türü olduğunu unutmuyor insan hiç. Bu milli
parkın içinde Rafflesia Kerrii Mejer diye bilinen dünyanın en büyük çiçeği
varmış. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Rafflesia) Yani
öyle yazıyor her yerde ama akşam David Attenborough amcanın belgeselinde
Sumatra’daki yağmur ormanında adam boyundaki çiçeği görünce, en büyük o
herhalde dedik. Biz ne yazık ki mevsim
itibari ile rafflesia’yı göremedik Khao Sok’ta, ama kendisi fena hormon gibi kokuyormuş böcekleri kendisine çekebilmek
için. Zaten tüm orman da çok garip hormon kokulu değişik bitki ve ağaçlar ile
dolu. Yapraklar da nemden çürümüş yer yer, bir kısmı yemyeşil geri kalanı
simsiyah olmuş. Neyse gördüğünüz gibi özet yazmayı
beceremiyorum. Çok keyifliydi bu ormanda zaman geçirmek. Hiç geri dönesimiz
gelmedi.
Bu milli parka gitmek iyice ağzımızı
sulandırmıştı, akşamları izlediğimiz yağmur ormanı belgeselleri de iyice gaz
verdi bize. Kararsızlıklar içinde, çalışmak istediğimiz
yerden haber bekledikçe bekledik; cevap falan da alamadık.
Bu sırada
Mr. Toy ile de keyifli zamanlar geçirdik. Deli gibi yağmur yağdı sık sık. Khao Sok, küçük pansiyonları ve 'resort'ları ile cici bir
yer. 4.günün sonunda Mr. Toy, 'tamam size istediğiniz turu yarı fiyatına yaparım', dedi. O bile pahalıydı, ama son dakikada elimize sürpriz bir para geçtiği için acaba olur mu diye düşündük. Normalde olsa bu paraya
olabildiğince dokunmayıp, herhangi bir acil durumda kullanmak üzere saklardık, çünkü hastalık ve yol gibi beklenmedik durumlar için biriktirdiğimiz parayı da yavaş yavaş tüketiyorduk. Ve daha görmek istediğimiz çok yer vardı. Fakat
beklenmedik bir anda ve tam zamanında karşımıza çıkan bu sürprizi bir işaret olarak görmemek mümkün mü? :) Bir gün gerçekten sıfırlarsak, nasıl olsa yolumuzu bulur kendimizi kurtarırız.
Emre her açıdan benden daha tutumlu bir Cumhuriyet çocuğu olsa da, onu ikna
etmek de hiç zor olmadı, ve böylece bu tura yapmaya karar verdik. İnsan hayatında
kaç kez bir yağmur ormanının derinliklerine gidebilir ki? :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder