22 Temmuz 2012 Pazar

Bukit Lawang: Orangutanlar

 Medan'dan kaçıp Bukit Lawang'a doğru inanılmaz bir trafite giderken, bir anda çok fazla yağmur yağmaya başladı. Hal böyle olunca, küçük lokal otobüsümüzün üstünde duran çantalar ve kutular da araca alındı. Endonezya araçlarında her zaman herkese ve her şeye yer var. 

Foto: National Geographic,Picture Id: 1322296
Bizim otobüsün durumu bundan iyi olsa da, genel hal ve durum böyle.

Neyse ki yol çok uzun değildi, yaklaşık iki buçuk saat. Sıkış tıkış giderken fotoğraf makinemizi de çaldırmayı becererek Bukit Lawang'ın otobüs terminaline ulaştık. Sağanak yağmurun bitmesini beklerken bol bol sinek ve çöp arasında bir şeyler içip aleykümselamlaştık. Türk olmamız herkesin çok ilgisini çekiyor, ne güzel Müslüman ama zengin ve modern bir ülkede yaşıyorsunuz diyorlar, biz de mişli geçmiş zaman eklerine doğru yaklaştığımızdan bahsediyoruz.

 Yağmur biraz hafifleyince, bir becak'a atlayıp, Bukit Lawang kasabasına doğru gittik.



Becak, Google Images

 Buraya araç giremediği için yakınlarda bir yerde inip yürümemiz gerekiyordu, dap dar bir kaldırım, dere kenarında boylu boyunca küçük konaklama ve yemek yerleri, yağmur sayesinde bata çıka ucuza bir yerler bakındık, etraf süperdi. Renkler, kokular, derenin sesi.. Medan'dan sonra derin ve temiz nefesler aldık.  

İsmini Lonely Planet'ta bulduğumuz nispeten ucuz görünen bir mekana gittik önce. Dere manzaralı, geniş balkonlu, sıcak suyu bile olan mis gibi bir oda. Mekanın adı Lonely Planet'ta çıkar çıkmaz fiyatlar ikiye katlamış, 150.000 rupiah, yani 30 TL civarındaydı bu oda. Biz de 40.000 rupiah'ye (7 TL), içinde duşu tuvaleti olmayan başka bir mekan bulduk, (Rainforest, Nora's Homestay) temiz ve dere sesi dinlemeli odaya eşyaları atıp, bir şeyler atıştırıp gezindik orman kenarında.

 O sırada esmer güzeli yakışıklı bir rehber bizi yakalamayı başardı. Ormanda konaklamalı ve 1-2 günlük bol bol orangutan görmeli safariler bütçemizi aştığıdan, Hanto adlı bu rehber ile anlaşıp, 3 saatlik tur aldık; rehbersiz girilemiyor ormana. Bu tur orangutan görmeyi garantilemiyordu, ama olsun dedik. Orman görmek de güzel hep zaten. İki kişi 360.000 rupi verdik tura. Neyse akşam hostelimize döndüğümüzde çok tatlı gezginler ile tanıştık. Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun ey yolcu klasiklerinden sonra, şansımıza o gece bir mekan açılışı vardı. Burada da yerel halktan gitar çalamayan, şarkı söyleyemeyen insan yok. Çok yetenekli herkes. Akşam herkes enstrumanını aldı geldi, tüm turistler ve Bukit Lawang yerlileri ile, hemen hemen her şarkının sözünün Orangutan ve Bukit Lawang kelimelerine uyarlandığı bol içkili, keyifli bir gece geçirdik. Kendimi gerçekten müzikalde yaşıyormuşum gibi hissettim, pek eğlendim. Dere kenarında gece battaniye ile uyumak yine süper geldi Medan'da kavrulduktan sonra..



Ertesi sabah, Hanto ile ormana daldık. Bol bol tırmanış içinde nemli orman kokusunu içimize çeke çeke yürüdük. Böylece 
sinek ve sülük izlerimizi de tazelemiş olduk yine. Hanton'dan öğrendiğimize göre orangutanlar da kuşlar gibi kendilerine ağaç üstünde yuvalar yapıyorlarmış. Bir yuvada bir geceden fazla uyumazlarmış. Avucunun içi gibi bildiği bu ormanda, Hanto sessizce yuvaları takip ederken, biz de her zamanki gibi bilge ağaçlar, acayip mantar türleri, kuş ve gibbon sesleri ile keyiflendik. Kısa bir süre sonra, yeşil ağaçlar içinde kıpkızıl parlayan anne orangutan ve yavrusu bize bakıyordu.. O kadar güzeller ki, kıpırtısız kalakaldık.







(Orangutan resimleri - Google Images)

Orangutanlar çiftleştikten sonra, erkek olan başka hatunların peşine gidermiş. Anne, yavrusu 5 yaşına gelene kadar hep onunla olurmuş. Bu süre içinde yeniden hamile kalamıyormuş. O yüzden çok yavaş üreyebiliyorlar. Soyları tehlikede olan bu orangutanlar gezegenimizde sadece Endonezya'daki Sumatra ve Endonezya ile Malezya'nın paylaştığı Borneo adalarında yaşıyorlar. Borneo'dakiler daha çok yerde takılırken, Bukit Lawang'dakiler ağaçlarda. Ve renklerinin tonu birbirinden biraz farklıymış. 

Kısa süre içinde etrafımız diğer turistler ile doldu. Hanto, orangutanların doğal yaşamına müdahhale edilmesinden hoşlanmadığı için biz hep mesafemizi korumuştuk bu muhteşem canlılar ile; o kadar esnek ve güzeller ki.. Diğer rehberler, müşteriler daha çok fotoğraf çekebilsin diye muz verince, anne ve yavru yanımıza geldi. Vallahi kendimi zor tuttum gidip burunlarından öpüp, sıkıştırıp, sarılmamak için. Ben de orman canlıları için başka bir tehlike olabilirim. Mowgli olmak istiyorum hep ormandayken.  Neyse, benim gibi turistler  yüzünden orangutanlar yarı vahşi. Rehberler ve insanlar tarafından beslenmemeleri gerekse de, herkes besliyor. Bir de Nina adlı agresif bir orangutandan söz ediyor herkes. Sanırım küçükken insanlar yüzünden çok zarar görmüş, insan görünce saldırıyormuş. 

Gibbon seslerini daha önce Tayland ve Malezya'da da duymuştuk, güzel bir kayıt almak ve sizinle paylaşmak buraya kısmetmiş:

  Bukit Lawang, Gibbon Call by morminor

Malezya gibi Endonezya'nın tüm ormanları da çok para kazanma umudu ile katledilen bilge ağaçların yerine ekilen yağ palmiyesi ve lastik ağacı plantasyonları yüzünden küçüldükçe küçülüyor. Diğer tarım teknikleri ve yerel halkın kereste ihtiyacı da tuz biber oluyor. Halbuki tüm sorunlar birbirine bağlı. Orman yoksa orangutan ve bir çok hayvan türü yok, bir çok tür yoksa ağaçları, çiçekleri, bitki çeşitliliğinin tohumlarını yayacak, toprağı tutacak canlı yok, dolayısı ile yavaş yavaş hayat yok. Tek tip ürünün piyasadaki fiyatı düştükçe, köylülerin   ekonomik gelir kaynakları azalıyor. Kendi arazilerini sattıkları için, ya da arazide gıda yetiştirilmediğinden, tüm yemek ihtiyacını da  dışarıdan karşılayınca, elde olan üç beş kuruş da tarım ilacına, gübreye, vs. gidiyor; biliyorsunuz tüm bu sorunları siz de. Sonuçta birbirine bağlı bir sürü sorun, hem hayvanlar, hem de insanlar için çözülmesi zor bir sürü çözümsüzlük yaratmaya devam ediyor. Kesin bu şirketlerin, hükümetlerin başka bir gezegeni var. Bu kadar göz göre göre, rahat rahat, ucu sanki onlara da dokunmayacakmış gibi hepimizin soyunu tüketmeye çalıştıklarına göre.. Biz bu canlılara bakarken, uzaklarda bir yerlerden gelen ve tüm ormanda yankılanan ağaç kesme sesleri hiç dinmedi.. 

 Bukit Lawang ahalisi için ise orangutan yoksa para da yok, turist de yok. O yüzden onlar kendilerince çevreci takılıyorlar ve çok fazla insanın para kapısı olduğu için kısmi de olsa korumaya çalışıyorlar ormanı. Diğer bir sorun bölgedeki herkesin rehber olması; rehber başına neredeyse on turist düştüğünden ve 'çok para var bu işte' kafası ile her genç erkek tur rehberi olmak istediğinden, işler gittikçe azalıyor.. Neyse yine sorun odaklı gözlerim ile etrafımız kalabalıklaşınca, güzel orangutanlara veda edip, biraz daha orman keyfi yaptık ve dönüş yoluna geçtik.. Bu güzel ormanda bizim göremediğimiz çok güzel değişik memeli türleri daha var.




Thomas Leaf Monkey


Google Images

Eğer yakın zamanlarda yolunuz bu ormandan geçerse, mutlaka bu muhteşem güzellikteki hayvanlardan bir kaçını göreceksiniz. Ama şanslı olduğunuzdan değil. Orman küçüldükçe, yaşam alanları daralıyor. Dolayısı ile sizin için büyük ama onlar için küçük bir bölgede karşınıza çıkabiliyorlar. Bu şekilde orman katliamları devam eder ise, orangutan görebilmiş nadir insanlardan olacağız. Günümüzde her 6 dakikada bir canlı türünün insan odaklı uygulamalar yüzünden soyu tükenirken, orangutanlar ile tanışabilmek güzeldi.

Orman çıkışı, sıcaktan kaçmak için derede yüzmek istedik. Fakat bir gün önce sakin sessiz olan dere kenarları, cuma günü ve üstüne yaz tatili olması yüzünden tıklım tıklımdı. Bildiğiniz mangalcı yurdum insanları kafasında her yer çöp ve mangal dumanı. Nereye gitsek birileri var, ve herkes t-shirt ile yüzdüğünden, tutucu Müslüman kesimi rahatsız etmemek için epey gezindik. Sonunda minicik bir alan bulup, buz gibi dere ile yıkandık. Çok güzel bir mekan. Yolunuz düşer ise, aman hafta sonuna getirmeyin!




 Bir aylık vizemizin sonuna gelirken, aslında Aceh başta olmak üzere görmek istediğimiz Sumatra köşelerinden vazgeçmemiz gerekiyordu Java ve Bali'ye zaman kalsın diye. 30-40 saatlik bir kara yolculuğunu Emre tam toparlamamışken göze almak istemedik ve Bukit Lawang'dan ayrılacağımız son günün akşamı Medan'dan Jakarta'ya uçak bileti ayarladık.

Son sabah dere kenarında yürürken 'Back to Nature' adlı elektriksiz bir mekanın varlığını öğrenince, gidip bir görmek istedik. Eşyalar ile ulaşımı kolay olmayan bu cennette çok tatlı bir deli ile tanıştık. Bu tatlı deli, aktivist adam küçülen ormanı korumak için her gün tek başına meyva ağacı ektiğini anlattı. Daha önce duymuştuk ki Bukit Lawang'ın dibine aquapark yapma projesi varmış. Ekonomik durumu kötü olan çiftçilerden aldıkları arazilere yapacakları bu aquapark projesine karşı, bu adam köylülerden tek tek arazilerini satın almış. Toplam 80 hektar edinmiş. Hal böyle olunca iflas etmiş tabi, hala da çok borcu var, ama umurumda değil diyor. Uzun süre sivil toplum kuruluşlarında çalışan bu adam, bu kuruluşların çoğunun konuşmaktan öteye gitmeyen eylemsizliklerinden sıkılmış. Hollanda'lı bir kadın ile evlenip, uzun süre orada yaşamış. Sonra ne işim var burada diyerek geri dönmüş ülkesine. 2004'te Bukit Lawang'da yaşanan sel felaketinden sonra başkent Jakarta'nın bölgeye yardım için gönderdiği paranın, vatandaşlar yerine politikacıların cebine gitmesini ortaya çıkarınca da başı büyük belaya girmiş. Bir kaç sene gizlice Aceh'te yaşayıp, depreme karşı dayanıklı doğal evler yapmayı öğretmiş depremzedelere. Sonunda köyüne geri dönüp, küçülen ormanı büyütmek için çabalamaya başlamış.

Her yerde bir sürü sorun ile yüzyüze, değirmene karşı tek başına savaşan bir avuç insan neyse ki var. Bir kaç aydır sürdürülebilirlik, enerji, permakültür gibi kelimeler ve içeriklerinin zengin eğlencesi ve zengin hobisi olması durumuna takmış durumdayım. Bu adam gibi, elinden ne geliyorsa yapan birine yardım etmek istedik çok. Ama uçak biletimizi yakmak saçma olacaktı, belki Bali sonrası vize işlerimizi halledebilirsek gider çalışırız diye düşünüyorduk ama kara yolu ile Java öyle bir yordu ve vize sorunu çözmek maddi anlamda o kadar karışık görünüyor ki, şimdilik pek mümkün değil gibi. Eğer yolunuz düşer ise, gidip orman ve orangutanlar için bir meyve ağacı ekebilirsiniz yani..






18 Temmuz 2012 Çarşamba

Gri bir pet şişe içinde yaşam: Medan

  Sumatra'ya giden herkes gibi, iki gün içinde koşarak kaçtığımız Medan'a bizim yolumuz da illa ki düştü. Ülkeleri, şehirleri birbiri ile kıyaslamak anlamsız olsa da, Bangkok, İstanbul hatta Ankara bile bir cennetmiş. Endonezya'nın şehirleri, özellikle Medan o kadar pis ve gri, insanların yaşam koşulları o kadar zor ve kötü ki.. Hava kirliliği yüzünden zor nefes alıyorsun. 


BECAK, by naturelover63 - devianart

Ekonomik sebeplerden ötürü, yine CouchSurfing aracılığı ile Endonezya'lı bir kızın evinde kaldık Medan'da. Fakirlik, insan ihtiyaçları, kısacası tüm yazdıklarım, çizdiklerim, deneyimlediklerim, düşündüklerim birbirine girdi Medan ve Endonezya'nın bir çok köşesinde. Hiç bir şey hakkında en ufak bir fikrim yokmuş benim. Buraya yazdığım tüm yorumlar da Endonezya yollarında iyice anlamsız gelmeye başladı..


Evinde kaldığımız kızın en büyük tutkusu seyahat etmek. Bu tatlı Batak kızı, Toba bölgesinde doğmuş. Fakat aynı bizim ülkede bazı yerel gençlerden dinlediğim gibi, köy ve aile yaşamının baskılarından sıkılıp Yogyakarta'da bir sivil toplum kuruluşunda çalışmaya başlamış. Babasının hastalığı yüzünden köyüne döndüğünde de, annesi tüm evraklarını ve pasaportunu alıp saklamış bir daha gidemesin diye. Yıllar sonra Medan'da iş bulmuş. Bu gri ve pis şehirde yine de kendi istediğim hayatı yaşıyorum diyor. Endonezya şartlarına göre fena para kazanmayan bu kadın,  ( genelde ayda 200 TL ile yaşıyor çoğunluk) olabildiğince düşük şartlarda yaşayıp, tüm parasını biriktiriyor. Hindistan ve Çin'den sonra, bu sene sonunda Güney Amerika'ya gitmeye hazırlanıyor. Bir çoğumuzun seyahat etmek için çok parası olması gerektiği inancının aksine, öyle bir şey yok diyor kız. Kötü yaşam koşullarını umursamıyor. Ne istediğimi biliyorum ben diyor. 


Gerçekten çok dokundu bana bu Endonezya şehir koşulları. Hem kokoş yanlarımdan, hem de ekonomik yakınmalarımızdan çok utandım.


by Piokharisma - devianart


Fotoğraf makinemiz çalındığı için, internetten bulduğum Medan ve Bukit Lawang resimleri ekliyorum.


Akşam vakti,  gün boyu güneş almayan bu koridor gibi sokaklarda, dip dibe odacıklı evlerin önünde, yüzlerce çocuk ve aile hem sinekleri kaçırmak, hem de çöplerinden kurtulmak için plastikleri yakıp etrafında toplanıyorlar. Sanki romantik bir kamp ateşiymiş gibi, kimi gitar çalıyor, kimi sohbet ediyor. Gerçekten çoğumuzdan daha mutlu görünen bu insanların hayattan beklentileri o kadar az ki.. Onlar hallerinden memnun iken, biraz klişe olacak ama ben kimim ki 'fakirmiş', 'şöyleymiş', 'böyleymiş', gibi yargılayıp, yorumluyorum?


Benim kızgınlığım aynı bizim ülkedeki gibi halkını, doğasını, toprağını ve hayvanları sevmeyen yöneticilere, bu kadar fena evler yapıp, üstüne bir de kira almaya utanmayan müteahhit ve ev sahiplerine, kendi hastalıklı zihniyetleri ve fantezileri yüzünden kadınların ve hayvanların hayatlarını mahvedenlere..


Yanık plastik ve her yerime bulaşan pis egzoz kokuları arasında, bildiğim her şey birbirine girdi ve çok sık boğazım düğümlendi gördüklerime, duyduklarıma.. 


Endonezya evlerinin çoğunda mutfak yok. Sokaktan yemek hep daha ucuz. Duş konsepti zaten yok tuvaletlerde; akan bir çeşme (mandi), altında bir su tankı gibi bir şey. Bu durgun suda tuvalet temizliği, duş ve diğer ihtiyaçlar karşılanıyor. İslam'ın sevilen cırtlak yeşili, çingene pembesi, ve mavi tonları ile dolu sokaklar, evler, mekanlar..





Genel Endonezya tuvaletleri - google images

Bazen düşündüm, yine de akan bir çeşme var, en azından oraya hortum takılamaz mı diye?Duş ihtiyacı için. Kaldığımız evlerde çarşaf, yastık kılıfı, vs. hiç görmedim. Bizim ülkemizde en yoksul insanın evinde bile her zaman temiz bir çarşaf vardır.. Her şey o kadar zor görünüyor ki, herkes her şeyi olacağına bırakmış gibi. Bilemiyorum, yorumlayamıyorum. 

Nüfus çok fazla, sağlık ve eğitim konularında da korkunç hikayeler dinledik. Sonunda Emre de hastaneye gitmekten vazgeçti. Biraz parası olan, hastane için ya Malezya'ya ya da Singapur'a gidiyormuş. Çok yoksul insanlar kendi aralarında birbirlerine geleneksel yöntemler ile bakmaya çalışıyorlar. Ölüm de normal, ölen ölüyor işte. Allah verdiği canı alıyor. Endonezya yollarının ve trafiğin durumu da içler acısı. Çok sık trafik kazası oluyor ve devletin de bu konuyla ilgili birşey yapmıyor olması, sürekli artan nüfusu dengelemenin bir yoluymuş gibi. Kürtaj yasak olduğu için, bir sürü kadın kendi aralarında  korkunç teknikler ile çocuklarını aldırmaya çalışıyor. Zaten en az 5 çocuğu var gencecik kızların. Ama komşu dayanışması diye bir şey var. Herkes herkesin işini yapıyor, birbirlerinin çocukları ile ilgileniyor. 

Makinemiz ile beraber giden, bu sokaktaki dünya güzeli çocukların resimlerini kaybetmiş olmamıza üzülüyorum. Bu ülkede gittiğimiz her yerde, yaşam koşulları  zor bana göre. Tüm su kaynakları, dereler ve durgun kanal suları ağzına kadar çöp ile dolu. Bir tek Hindu'lar inançlarından ötürü, tüm zorluklara rağmen enerjilerini ve çevrelerini binbir renkli çiçekler ile aydınlatmaya çalışıyorlar sanki.


Jakarta'daki Pasar Senen tren garından

Hükümetin ve şirketlerin uygulamaları, yabancı ülkelerin sömürüleri, bitmek bilmeyen doğal felaketler ülkesi güzel ama çirkin Sumatra'nın şehri Medan'da, egzoz ve buranın Tuk Tuk'u olan becak dolu sokakları arasında, ulaşım, yol planları, vs. işlerimizi halettik.

Toba gölünde çok zaman kaybetmiştik, görmek istediğimiz yerler çok fazla ama ülke çok büyüktü. O yüzden Java'yı kara yolu ile geçmeyi göze alacak vaktimiz yoktu. Uçak bileti aldık Medan'dan Jakarta'ya. Şimdi Endonezya yolumuzun kısa turist vizesi yüzünden sonuna gelmek üzere iken, en turistik ve klasik rotaları yapmış olmamıza üzülüyorum, içimde çok fazla görmek istediğim yer kaldı bu dev adalar ülkesinde..

Böylece Sumatra'daki son üç günümüzü geçirmek üzere, Medan'ın zor ve gri yaşamından kaçıp hemen hemen her turist gibi biz de kendimizi orangutanların ormanına, Bukit Lawang'a attık..

5 Temmuz 2012 Perşembe

Toba Gölü: Samosir Adası




 Toba Gölü'ne' Parapat'tan tekne ile varıp, en turistik olan Tuk Tuk bölgesinde, göl kenarındaki Liberta adlı  keyifli bir mekana yerleştik; içinde duş-tuvalet olmayan bir oda 40.000 rupi, yaklaşık 8 TL. Çok yorgunduk, ve 30 saat boyunca yolda doğru dürüst bir şey yiyememiştik. Liberta'nın güzel yemeklerinden tıkınıp, tüm günü uyuklayarak ve dinlenerek geçirdik.. Ertesi sabah erkenden motor kiralayıp tüm adayı dolandık. Aslında bir kaç gün kalmayı planladığımız bu mekanda, Emre'ye bir kaç çeviri işi geldiği için bir kaç gün daha kalmayı planladık, sonra Emre'nin hasta olması sonucu konaklama süremiz 17 günü buldu. Tüm aksiliklere rağmen, çok keyifli ve rahat bir yermiş Toba Gölü; geceleri serin ve battaniye ile uyumayı özlemişiz çok..



75.000 yıl önce çok büyük bir volkanik patlama olmuş ve bu patlama dünyada kısa bir buzul çağı yaratacak kadar etkiliymiş. Volkanik küller ta Hindistana'a kadar saçılmış ve buralarda yaşayan insan sayısı ciddi ölçüde azalmış. Toba Gölü dünyadaki en büyük krater gölü ve bir ada üzerindeki en büyük göl (eni 30 km, boyu 100 km kadar).  



Tuk Tuk bölgesine 35 yıl önce ilk hippiler geldiğinde, bölgede turizm patlaması olmuş. Son 12 yıldır bir çok ekonomik kriz yüzünden bu mekanın ziyaretçileri azalmış. Fakat son iki yıldır yeniden turistlerin uğradığı bir mekan haline gelmiş.. Çok değişik bir yer. 




Bu bölgenin en keyifli kısmı, buranın yerli haklı. Batak diye adlandırılıyorlar. Şu anda altı ana Batak kabilesi varmış, eski zamanda insan yiyen bu kabilelerin Flipinler'den ya da Burma'dan göç ettiğine inanılıyor. 52 tane kendine özgü dili olan bu kabile, zamanla Hristiyanlaştırılmış. Çoğu Protestan.. Gel gör ki, bu bol bol 'zehirli' mantar yiyen, şaman gibi yaşayan ve mimarisiyle birlikte çok ilginç bir kültürleri olan bu kabilelerin Hristiyanlıkla ne alakası var, ben anlayamadım. :) Zamanla Protestanlaştırılmalarından ötürü, kendilerine has olan dillerini ve alfabelerini yavaş yavaş kaybediyorlar. Fakat belki bölgede televizyon kültürünün pek yaygın olmamasından ötürü, yöre insanları yeteneklerini geliştirmişler. Gitar çalmayan, şarkı söyleyemeyen kimse yok sanki adada..






Batak mimarisi






Medan'dan Butik Lawang'a giderken, fotoğraf makinemizi çaldırmayı başarmış olduğumuz için, bir sürü fotoğrafımız da  makine ile uçup gitti.. O yüzden elimizdeki tüm resimler, Toba'da geçirdiğimiz ilk haftaya ait.




Motor ile ilk gün Simanindo müzesine gittik. Yerel müzik performansının kısa videosu aşağıda. Klasik Batak dansı eller ile yapılıyor ve bir kukla var ortada. :) Bir süre sonra tüm müzikler aynı, repetatif ama mantar ile işler değişiyor herhalde..
















Sonra Motor ile ada çevresinde gezinmeye devam ettik. Etraf nefis. Monokültür de olsa, her yer çok güzel pirinç tarlası ve dağlardan görünen manzara harika..





Akşam döndüğümüzde Bagus adlı bir mekanda yerel Batak dansı gecesi vardı. Biz de gittik. Kıyafetler de, müzik de Latin Amerika ezgilerine benziyordu. Gece sonunda herkesi dansa kaldırıp, Horas (hoşgeldiniz) diye bağırdılar. Batak'lar akşamları kapı önlerinde hep beraber Latin Amerika ezgilerine benzer ezgilerle hep beraber şarkı söylüyorlar. Ve gerçekten çok keyifliler. 


Müzik, kültürlerinin büyük bir parçası. Cenaze ve düğün seremonileri de yine müzik eşliğinde yapılıyor. Ve iki seremoni de çok önemli Batak'lar için. Ölüm kötü bir şey değil kültürlerine göre. Hep beraber eğleniyorlar. Fakat bu seremoniler çok önemli olduğu için, ölen veya evlenen kişinin ailesi bu törenleri karşılayabilmek için arazilerini ve bufalolarını satmak zorunda kalıyor.


Erkeklerin hepsi genelde gündüzleri köy kahvesinde. Tuak - orman suyu - denilen palmiye içkisinden içip, satranç oynayarak geçiriyorlar gündüzlerini. Kadınlar arazide, ya da çocuklar ile ilgileniyor. Endonezya'da kürtaj yasak olduğu için, yoksul olan her yerdeki gibi etraf çocuk dolu. Durumu iyi olan ailelerin çocukları zamanlarını internet kafelerde geçiriyor, fakir çocuklar da araba lastiklerini yuvarlayarak oyun oynuyorlar.

Daha sonra Endonezya'nın her yerinde göreceğimiz gibi, bu kadar zengin su kaynaklarına sahip bir ülkede bile Danone marka Fransız şirketinin plastik şişe sularından kaçmak zor gibi. Ve su, çoğu yerde Coca Cola'dan bile pahalı. Geceleri tüm plastik şişeler ve diğer çöpler yakılıyor, diğer Asya ülkeleri gibi. Ya da direk göle atılıyor. Yani çöp içinde yaşanılıyor..

Geriye kalan tüm vaktimizi, Liberta'da günlük 50.000 rupi verdiğimiz, Emre'nin çeviri işi ve hastalığı ile uğraştığı, sıcak suyu olmayan bir duş ve klasik Asya tarzı (bildiğini alaturka) tuvaletli bir oda-evde geçirdik.
  


Diğer odalardan ucuz olmasına rağmen bu geçici evi çok beğendik; içinde ufak bir çalışma masası, rengarenk perdeleri, kuş sesleri dinleyerek oturduğumuz bir verandası vardı. Bu kadar zaman boyunca bir sürü pansiyon odası değiştirince, böyle ufak şeyler hemen içimizi ısıtıyor. Göl manzaralı odamızda bol bol satranç oynadık, film izledik, muson gözlemledik, çevre ve dünya sorunlarına kafa patlattık. Zaten hem sevgili, hem en iyi arkadaş olarak, Endonezya'nın bu değişik şartlarında iyice kardeş gibi olduk..



17 gün sonra Medan'a geçtik bir doktora görünmek üzere..


3 Temmuz 2012 Salı

Endonezya'da Olmak

  Endonezya.. İsmini söylemesi bile güzel ama kendisi hakkında yazı yazmak ve yorum yapmak çok kolay olmayacak sanırım.. Yaklaşık bir aydır Endonezya'dayız ve bu sürenin neredeyse 50 saatine yakın bir kısmı yolda geçti, geçiyor. An itibari ile Jakarta'dan Jogjakarta'ya gidecek trenimizi beklemek üzere sabahlar iken, giriş yapayım bari dedim.. Şu anda saat 02.00, ve tüm şehir uyumadan Avrupa futbol finalini izliyor..

 Endonezya'ya Giriş




   Singapur'un katı kuralları ve temiz hallerinden bot ile süzelerek 45 dakikada Batam'a geçtik.. Kıyıya varmamız ile bizi karşılayan çöp yığınları ve kuralsızlıklarla beraber her şeyin mümkün olduğu Endonezya'daydık. Girişten kolayca bir aylık vize aldık (25 USD) ve  yerel halkın bağırış, çağırış ısrarları içinde kendimize kalacak yer bulduk. Eğer ülkeye uçak ile giriş yapacak iseniz, dönüş biletiniz olmadan sizi ülkeye sokmuyorlar. Biz ne kadar kalacağımızı ve Endonezya sonrası nereye gideceğimizi kestiremiyor olduğumuzdan, bot ile giriş yaptık ve kapıdan bir aylık vize alabildik. Halbuki elçiliğe gitseymişiz doğrudan iki aylık vize alabilirmişiz. Bu dev adalar ülkesi (17 bin ada :) o kadar büyük ve görülmek istenen yerler o kadar sonsuz ki, ne kadar çok vize alabilirseniz o kadar iyi, çünkü kolay kolay bitmeyecek bir ülke sanki. Ayrıca 'visa run' yapmak da öyle Tayland'daki gibi kolay değil (yakında gidilebilecek başka ülke yok çünkü)..

 Batam Adası

 Batam sevimsiz bir yer. Singapur'un pahalılığından ve yasaklarından kaçan çoğu kişi, uyuşturucu, kadın, tütün ve sigara için hafta sonları buraya geliyor. Tüm petrol şirketlerinin gemileri de buradan geçtiğinden, ortalık zengin, yaşlı pis beyaz erkek ve genç güzel Endonezyalı kadınlar ile dolu.. Her şeyin ortada olduğu, her tür para, zevk ve  pisliğin döndüğü bir yer.. Biz kendimize bir oda bulup yerleşip, klasik ucuz yemek peşinde bir yerlerde atıştırırken, uzun zamandır Endonezya'da yaşayan 24 yaşındaki İngiliz Adam ile tanıştık. Akşamı Adam ile sokak ve bar köşelerinde yol hikayelerimizi paylaşarak, Endonezya hakkında ilginç bilgiler öğrenerek geçirdik. Oturduğumuz her köşede etrafımızı saran telekızlar Emre ve Adam ile tek tek tanışıp, şanslarını denediler. Sonradan öğrendim ki Endonezya'da evli bir erkek olsanız bile her kadın etrafınızı sarıyor, yanınızdaki kadını eşim değil de sevgilim diye tanıştırırsanız yanaşmıyorlar. Sebebini öğrenemedim, evlilik aşkı öldürür kafası mıdır, nedir, bilemiyorum. Gecenin sonunda bira içip telekızlar ile dolu olan bir barın önünde Emre ile Adam satranç oynarken (Türkiye'de tavla neyse Endonezya'da satranç o), ben de muhtemelen barda çalışan bu kadınların çocukları olduğunu tahmin ettiğim bir sürü güzel ama fakir ufaklık ile ilgilendim ya da onlar benimle ilgilendi. :)





Sumatra yolları
Söylemesi en az Endonezya keyifli bir kelime Sumatra.. 



Ertesi sabah 7 gibi erkenden limana gittik tekrar. Gider gitmez paralize ettiler bizi, herkes avazı çıktığı kadar bağırıp ''Hey misteeeeeeeer, hellooo'' şeklinde bağırış çağrışlar içinde bir şeyler satmaya çalışıyordu. Türk olduğumuzu öğrenince bol bol 'Aleyküm Selam' ile, bota bindiğimizde de ülkeye ayak basmış ilk beyaz insan bizmişiz gibi, herkes bize bakıp gülüyordu. Ve tek beyazlar bizdik botta. Meraklı bakışlar, bol çocuk, sıcak, ve anormal yüksek sesli Hollywood filmleri ve tabi ki karaoke fenalıkları içinde 6 saat sonunda Buton'a vardık. İner inmez çok acelemiz varmış gibi, yine bağrış çağrış ve ısrarlar içinde su bile içemeden minik bir minibüse bindirildik. Ve 6 saat süren yolda yeni bir dünyaya geldiğimiz belli oldu. Yollar o kadar kötü ki, 200 km'lik bir yolu 6 saatte ancak gidebiliyorsun. Yine tek beyaz bizdik, 10 kişilik minibüste 15 kişi vardı. Herkes sigara içiyor ve her kadının kucağında en az 2 çocuk var. Singapur'dan sonra bu kadar karambol yorsa da, etraf çok renkliydi.  Açık pencerelerden ağzımıza yüzümüze toz, toprak ve bol bol yanık plastik tadı ile giderken inanılmaz yağmur yağmaya başladı.. Mis gibi oldu etraf. Ve gün muhteşem renkler ile battı. 
Sonunda Pekanbaru'ya vardık.. Çok acayipti, otobüsten iner inmez herkes etrafımızı sardı, hepsinin hayatlarında gördüğü ilk beyaz bizdik sanırım. Çekiştirmeler, pazarlıklar, sıcak, yorgunluk sonunda Parapat'a giden otobüse bilet aldık ve bir saat sonra kalkacak olan otobüs, 15 dk içinde geldi tabi ki. Ve böylece 16 saate yakın süren, daha çok çocuklu, daha kalabalık, ve daha da çok aralıksız sigara içilen yeni bir araçtaydık. Durduğumuz yerlerin kopukluğunu, pisliğini anlatamam. Yine de herkes gülümsüyordu.. Sonunda sabah Parapat'a vardık, oradaki ısrar kıyamet ve hostel reklamları terörü içinde 1 saat geçirdikten sonra Parapat'tan 45 dk'lık bot yolculuğu ile Lake Toba'ya, Samosir adasındaki Tuk Tuk kasabasına vardık.. Ve böylece 30 saatimiz yolda geçmiş oldu. Türkiye büyük bir ülke mi, kaç tane adası var, soruları ile gülümsedik yolda sık sık..




Biz hem daha çevre dostu ve ucuz olsun, hem de daha çok yerel insan görelim diye kara yolunu tercih etmiştik. Ama sonuçta neredeyse Medan - Lake Toba arası uçak bileti kadar yol parası verdik ve gerçekten biraz yordulduk. Ama iyi ki böyle yapmışız, yol çarpması ve paralize olma hallerinden fotoğraf çekmemiş olsam da, zihnimde çok ilginç, bazen üzücü ama bambaşka görüntüler kaldı..

Sumatra'daydık işte, hayatım boyunca Endonezya'yı hep merak etmişimdir ama hiç gerçekten bu diyarlara varabileceğimi düşünmemiştim.. Emre ile birbirimize sürekli 'Endonezya'dayız oğlum, vay beeee', diyoruz. :) Sumatra  Endonezya'nın üvey çocuğu gibi, bu diyarlarda zorlanıp zaman zaman çok üzülseniz de, kendinizi özgür, turist akımlarından uzak ve ayrı bir gezegende gibi hissediyorsunuz. Ve her şeyi ile çook güçlü bir yer sanki. :) Bu ülke Hindistan giriş kursu gibiymiş bir nevi. Hindistan için dinlediğim her tür zorluğu deneyimliyoruz; zor ama çok başka bir diyarmış burası.. Ve tüm pislik, fakirlik ve zorlukları ile beraber doğası ve her şeyin mümkün olması insanı kandırıyor daha çok kalmak için..