Toba Gölü'ne' Parapat'tan tekne ile varıp, en turistik olan Tuk Tuk bölgesinde, göl kenarındaki Liberta adlı keyifli bir mekana yerleştik; içinde duş-tuvalet olmayan bir oda 40.000 rupi, yaklaşık 8 TL. Çok yorgunduk, ve 30 saat boyunca yolda doğru dürüst bir şey yiyememiştik. Liberta'nın güzel yemeklerinden tıkınıp, tüm günü uyuklayarak ve dinlenerek geçirdik.. Ertesi sabah erkenden motor kiralayıp tüm adayı dolandık. Aslında bir kaç gün kalmayı planladığımız bu mekanda, Emre'ye bir kaç çeviri işi geldiği için bir kaç gün daha kalmayı planladık, sonra Emre'nin hasta olması sonucu konaklama süremiz 17 günü buldu. Tüm aksiliklere rağmen, çok keyifli ve rahat bir yermiş Toba Gölü; geceleri serin ve battaniye ile uyumayı özlemişiz çok..
75.000 yıl önce çok büyük bir volkanik patlama olmuş ve bu patlama dünyada kısa bir buzul çağı yaratacak kadar etkiliymiş. Volkanik küller ta Hindistana'a kadar saçılmış ve buralarda yaşayan insan sayısı ciddi ölçüde azalmış. Toba Gölü dünyadaki en büyük krater gölü ve bir ada üzerindeki en büyük göl (eni 30 km, boyu 100 km kadar).
Tuk Tuk bölgesine 35 yıl önce ilk hippiler geldiğinde, bölgede turizm patlaması olmuş. Son 12 yıldır bir çok ekonomik kriz yüzünden bu mekanın ziyaretçileri azalmış. Fakat son iki yıldır yeniden turistlerin uğradığı bir mekan haline gelmiş.. Çok değişik bir yer.
Bu bölgenin en keyifli kısmı, buranın yerli haklı. Batak diye adlandırılıyorlar. Şu anda altı ana Batak kabilesi varmış, eski zamanda insan yiyen bu kabilelerin Flipinler'den ya da Burma'dan göç ettiğine inanılıyor. 52 tane kendine özgü dili olan bu kabile, zamanla Hristiyanlaştırılmış. Çoğu Protestan.. Gel gör ki, bu bol bol 'zehirli' mantar yiyen, şaman gibi yaşayan ve mimarisiyle birlikte çok ilginç bir kültürleri olan bu kabilelerin Hristiyanlıkla ne alakası var, ben anlayamadım. :) Zamanla Protestanlaştırılmalarından ötürü, kendilerine has olan dillerini ve alfabelerini yavaş yavaş kaybediyorlar. Fakat belki bölgede televizyon kültürünün pek yaygın olmamasından ötürü, yöre insanları yeteneklerini geliştirmişler. Gitar çalmayan, şarkı söyleyemeyen kimse yok sanki adada..
Batak mimarisi
Medan'dan Butik Lawang'a giderken, fotoğraf makinemizi çaldırmayı başarmış olduğumuz için, bir sürü fotoğrafımız da makine ile uçup gitti.. O yüzden elimizdeki tüm resimler, Toba'da geçirdiğimiz ilk haftaya ait.
Motor ile ilk gün Simanindo müzesine gittik. Yerel müzik performansının kısa videosu aşağıda. Klasik Batak dansı eller ile yapılıyor ve bir kukla var ortada. :) Bir süre sonra tüm müzikler aynı, repetatif ama mantar ile işler değişiyor herhalde..
Sonra Motor ile ada çevresinde gezinmeye devam ettik. Etraf nefis. Monokültür de olsa, her yer çok güzel pirinç tarlası ve dağlardan görünen manzara harika..
Akşam döndüğümüzde Bagus adlı bir mekanda yerel Batak dansı gecesi vardı. Biz de gittik. Kıyafetler de, müzik de Latin Amerika ezgilerine benziyordu. Gece sonunda herkesi dansa kaldırıp, Horas (hoşgeldiniz) diye bağırdılar. Batak'lar akşamları kapı önlerinde hep beraber Latin Amerika ezgilerine benzer ezgilerle hep beraber şarkı söylüyorlar. Ve gerçekten çok keyifliler.
Müzik, kültürlerinin büyük bir parçası. Cenaze ve düğün seremonileri de yine müzik eşliğinde yapılıyor. Ve iki seremoni de çok önemli Batak'lar için. Ölüm kötü bir şey değil kültürlerine göre. Hep beraber eğleniyorlar. Fakat bu seremoniler çok önemli olduğu için, ölen veya evlenen kişinin ailesi bu törenleri karşılayabilmek için arazilerini ve bufalolarını satmak zorunda kalıyor.
Erkeklerin hepsi genelde gündüzleri köy kahvesinde. Tuak - orman suyu - denilen palmiye içkisinden içip, satranç oynayarak geçiriyorlar gündüzlerini. Kadınlar arazide, ya da çocuklar ile ilgileniyor. Endonezya'da kürtaj yasak olduğu için, yoksul olan her yerdeki gibi etraf çocuk dolu. Durumu iyi olan ailelerin çocukları zamanlarını internet kafelerde geçiriyor, fakir çocuklar da araba lastiklerini yuvarlayarak oyun oynuyorlar.
Daha sonra Endonezya'nın her yerinde göreceğimiz gibi, bu kadar zengin su kaynaklarına sahip bir ülkede bile Danone marka Fransız şirketinin plastik şişe sularından kaçmak zor gibi. Ve su, çoğu yerde Coca Cola'dan bile pahalı. Geceleri tüm plastik şişeler ve diğer çöpler yakılıyor, diğer Asya ülkeleri gibi. Ya da direk göle atılıyor. Yani çöp içinde yaşanılıyor..
Geriye kalan tüm vaktimizi, Liberta'da günlük 50.000 rupi verdiğimiz, Emre'nin çeviri işi ve hastalığı ile uğraştığı, sıcak suyu olmayan bir duş ve klasik Asya tarzı (bildiğini alaturka) tuvaletli bir oda-evde geçirdik.
Diğer odalardan ucuz olmasına rağmen bu geçici evi çok beğendik; içinde ufak bir çalışma masası, rengarenk perdeleri, kuş sesleri dinleyerek oturduğumuz bir verandası vardı. Bu kadar zaman boyunca bir sürü pansiyon odası değiştirince, böyle ufak şeyler hemen içimizi ısıtıyor. Göl manzaralı odamızda bol bol satranç oynadık, film izledik, muson gözlemledik, çevre ve dünya sorunlarına kafa patlattık. Zaten hem sevgili, hem en iyi arkadaş olarak, Endonezya'nın bu değişik şartlarında iyice kardeş gibi olduk..
17 gün sonra Medan'a geçtik bir doktora görünmek üzere..
Batak muzigi ne kadar guzel oyle. Latin muzigi gibi. Bu etki nereden acaba?
YanıtlaSilEmre'ye cok gecmis olsun. Umarim simdi iyidir.
Bu arada, bu gezinin en buyuk kazanci birbirinize giderek artan baginiz olacak gibi gelmeye basladi. Ne guzel....